7 Temmuz 2016 Perşembe

BİLDERBERG TOPLANTILARI

BİLDERBERG TOPLANTILARI, dünya çapında etkin siyasi liderlerin yanı sıra iş dünyası, basın-yayın ve akademi çevrelerinin en önde gelen uzmanlarının bir araya gelmesiyle yapılan yaklaşık 120-150 kişinin katıldığı yıllık, özel toplantılardır. Toplantılar ilk olarak Hollanda'nın küçük bir kasabası olan Oosterbeek'te 29-31 Mayıs 1954 tarihinde ilk toplantının yapıldığı Bilderberg Oteli'nden alır. Dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda her yıl farklı ülkelerde toplantılar yapılır. Toplantıların öncüleri arasında yer alan sürgündeki Polonyalı siyasetçi Józef Retinger, Avrupa'da yükselen Amerikan karşıtlığından duyduğu rahatsızlık üzerine Atlantik birlikteliğini desteklemeyi amaçlayan uluslararası bir konferans çağrısında bulunur. Bu ilk konferansın görünen amacı ABD ve Batı Avrupa ülkeleri arasında politik, ekonomik ve askeri işbirliğini güçlendirmek için yapılması gerekenleri tartışmaktır. Retinger kendisi ile aynı fikirleri paylaşan zamanın Hollanda Prensi Bernhard, Belçika başbakanı Paul Van Zeeland, ve Unilever grubunun başında bulunan Hollanda vatandaşı Paul Rijkens ile Avrupa'da önerisinin desteklenmesini sağladı. Bir taraftan da o tarihte CIA'nin başında bulunan Walter Bedell Smith aracılığı ile Eisenhower'in danışmanlarından Charles Douglas Jackson'ı konu ile ilgilenmesi için ikna etti. Bu ilk toplantıya ABD ve Batı Avrupa ülkelerinden özenle seçilerek davet edilen, muhafazakar ve liberal görüşleri ile bilinen 50 kişi katılmıştır.
Bu ilk toplantının başarılı geçmesi üzerine organizasyonu düzenleyenler senede bir toplanmaya karar verdiler. Toplantı sonrasında Retinger'in daimi genel sekreterliğini üstlendiği kalıcı bir yönetim kurulu oluşturuldu. Ayrıca katılımcıların iletişim bilgileri kayıt altına alınıp birbirlerine özel olarak ulaşabilecekleri gayri resmi bir ağ oluşturuldu. Sonraki 3 yıl içindeki toplantılar Fransa, Almanya, Danimarka da yapıldı. ABD'deki ilk toplantı ise 1957 yılında Georgia eyaletinde bulunan St. Simons Adasında, Ford Vakfı'nın $30,000 mali desteği ile gerçekleştirilmiştir. Ford Vakfı 1959 ve 1963 yıllarındaki toplantılara da fon sağlamıştır.
Bilderberg toplantıları üç kez de Türkiye'de yapılmıştır. Bilderberg toplantıları 18–20 Eylül 1959’da İstanbul Yeşilköy’de, 25–27 Nisan 1975’te İzmir Çeşme'de Altın Yunus Otel'de ve 31 Mayıs-3 Haziran 2007 yılında yine İstanbul'da Ritz Carlton Otel'de yapılmıştır. Daha önceki toplantılarda ortalama 4 kişiyle temsil edilen Türkiye'nin 2007'deki toplantıya 13 katılımcı ile iştirak etmesi özellikle Bilderberg toplantılarının katılımcılarının dünya düzenini kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek gibi gizli bir gündemi olduğu iddiasında bulunan çevreler tarafından oldukça anlamlı bulunmuştur. Basına yansıyan bu on üç kişilik listede şu isimler yer almıştır: Bilderberg Türkiye Daimi Temsilcisi Mustafa Koç, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, UNDP Başkanı Kemal Derviş, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ile başkan yardımcıları Ümit Boyner ve Cem Duna, eski TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu, eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Ayşe Soysal, Coca-Cola İcra Kurulu Başkanı Muhtar Kent, eski Dışişleri Bakanı ve Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Emre Gönensay, gazeteci Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand.
Toplantılar yaklaşık 18 ülkenin her birinden ikişer adet üyenin katılımı ile oluşturulan kalıcı komite tarafından düzenlenmektedir. Resmi olarak belirlenen görevlileri arasında komite başkanı dışında onursal genel sekreterlik de vardır. Üyeler arasında ise daimi komite üyeliği dışında özel bir üyelik kategorisi bulunmamaktadır. Ayrıca bir danışma kurulu olmakla birlikte bu üyeliğin üstünde ve ya dışında bir kategori değildir.
Bilderberg, dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda her yıl farklı ülkelerde toplantılar yapar. Toplantılar son derece gizli şartlarda ve özel ortamlarda yapılır. Toplantıları genellikle her yılın Mayıs ayının son haftasına denk gelmektedir. Katılanlar yaklaşık üç günlük toplantı süresince dış dünya ile bağlantılarını koparmak zorunda kalıyorlar.
Katılanlar toplantılarda neler konuşulduğu değil nelerin gündeme geldiği hakkında bile herhangi bir bilgi vermekten kaçınırlar. Örgütün üyesi olanların dışında hiçbir gazeteci veya yazar toplantıya alınmaz. Üye olanlar da dışarıya bir şey sızdırmazlar. Dolayısıyla medyanın toplantıların içeriği hakkında herhangi bir bilgi edinmesi mümkün değildir.
Bilderberg toplantılarının ana amacı dünya siyaseti üzerinde önceden programlamalar yapmak ve projeler geliştirmektir. Konuşulacak ve tartışılacak konular önceden tespit edilir. Ama bu tespiti örgüt hiyerarşisinin üst kademesinde yer alanlar yapar. Katılanlar ise sadece görüş beyan ederler. Fakat katılımcılar sayıca çok olduğundan görüş beyan etme süresi oldukça kısadır. Konuştuğu konuda uzman olanlara 5, uzman olmayanlara 3 dakika konuşma süresi tanınır. Süre kontrolü ışık sistemiyle yapıldığından kimse süresini aşma imkanı bulamaz. Buradan anlaşılan karar mekanizmasında yine üst kademeyi oluşturanların sözleri birinci derecede etkili olmaktadır. Katılanlar ise siyaset sahnesinde ilerleyebilmek için kararları uygulama zorunluluğu duyduklarından kendilerinden isteneni yapma dışında bir seçenek bulamamaktadırlar. Alınan kararlar herhangi bir şekilde yazılı veya görsel kayda geçirilmez. Herkes kararları aklında tutmak ve yeri geldiğinde hatırlamak zorundadır.
Bilderberg toplantılarına katılan üst düzey devlet adamları da, alınan kararları, kendi ülkeleri aleyhine olsa da uygularlar.
Bilderberg Grubu zaman içinde üye sayısını bayağı artırmış ve etki alanını genişletmiş, diğer gizli örgütlerle de muhtemelen  işbirliği içinde olduğundan, hepsi güçlerini belli bir noktada birleştirmektedirler.
   Pekiii BİLDERBERG 'in ülkemizdeki durumu nedir?     Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacılarımızın birçoğunun Bilderberg üyeleri arasında adları geçtiği gibi,  bazıları ile ilgili toplantılara katıldığına dair medyaya yansımış bilgiler de bulunmaktadır. Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel 1975'te Türkiye'de, Çeşme'de düzenlenen toplantıya, Mesut Yılmaz'ın da 1990'da New York'ta düzenlenen toplantıya katıldığı bilinmektedir.
Yine Bilderberg çalışmalarıyla ilgili araştırmalarda geçtiğine göre 1995 toplantısına Hikmet Çetin, akademisyen Prof. Dr. Şerif Mardin ve Cem Boyner, 1996 toplantısına eski bakanlardan Emre Gönensay ve Merkez Bankası başkanı Gazi Erçel, 1997 toplantısına eski bakan Vahit Halefoğlu, Sabah gazetesinin sahibi Dinç Bilgin, Enka Holding'ten Sinan Tara, Prof. Dr. Üstün Ergüder, 1998 toplantısına İktisadi Kalkınma Vakfı başkanı Meral Gezgin Eris, Koç Holding'ten Suna Kıraç, Özelleştirme İdaresi başkanı Uğur Bayar, emekli büyükelçi Gürbüz Aktan ve Dışişleri bakanı İsmail Cem, 1999 toplantısına Hürriyet gazetesinin Ankara temsilcisi Sedat Ergin, Merkez Bankası başkanı Gazi Erçel, TÜSİAD başkanı Erkut Yüceoğlu ve Koç Holding'ten Suna Kıraç, 2000 toplantısına Sosyal İşler Komisyonu üyesi ve dönemin NTV yöneticisi Nuri Çolakoğlu ve TÜSİAD üyesi Muharrem Kayhan, 2001 toplantısına Gazi Erçel, emekli büyükelçi Özdem Sanberk, 2002 toplantısına ise Kemal Derviş ile birlikte birkaç kişilik bir ekip katıldı. Bunların dışında da katılımların olduğu bilinmektedir.  İşadamı Selahattin Beyazıt'ın daimi üye sıfatıyla her sene katıldığı da medya kaynaklarında belirtilmekte, O'nun dışında da birçok daimi üye bulunmaktadır.
Aydınlık gazetesinin yayınladığı bir listeye göre Bilderberg'in Türkiye üyeleri şu kişilerdir: Selahattin Beyazıt, Şarık Tara, Bülent Eczacıbaşı, Jak Kamhi, Sakıp Sabancı, Mehmet Emin Karamehmet, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Erdal İnönü, Mesut Yılmaz, Hikmet Çetin, İsmail Cem, İlter Türkmen, Kemal Derviş.

Ancak,  bu arada Bilderberg toplantısının kendi iç hiyerarşisi açısından daimi üyelik, üyelik ve herhangi bir toplantıya katılma arasında farklar mevcuttur. Bununla birlikte, toplantılara katılmak da grupla bir bağ kurmayı ve siyasi sahnede grubun kararlarına ters düşecek tutumdan kaçınmayı beraberinde getirir.
ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, dünyadaki bir çok örgüte olduğu gibi Bilderberg'in de üyesidir. Eski büyükelçi Coşkun Kırca, Kissinger'in bu örgütlerdeki rolü hakkında şunları söylüyor: "Katılanların birçoğu zaten katılmadan önce kendi memleketlerinde o tür platformlara uygun görüşler dillendirmiş insanlardır ve önemli insanlardır. Bu toplantılar onların katılmasıyla önem kazanıyor. Mesela Henry Kissinger zaman zaman katıldı bu tür toplantılara ama Henry Kissinger bu toplantıların dışında da konuştuğu zaman zaten söylediklerine önem atfedilir... Dolayısıyla Henry Kissinger'in bu toplantılara katılması toplantılara önem katar."
Bilderberg'in Türkiye'ye yönelik çalışmalarından da Henry Kissinger'in sorumlu olduğu iddia edilmektedir.

Araştırmacı-Yazar Erol BİLBİLİK bu grubu  şöyle özetliyor:
" Uluslararası dev tröstler adına dünyayı yöneten üç gizli örgüt vardır.
Bu yapılanmanın en üst örgütü Dış İlişkiler Konseyi (CFR), onun bir alt örgütü Üçlü Komisyon (TC) ve bunun bir alt örgütü de Bilderberg Grubu (BG)’dur.Her üç örgütün de Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya’dan olmak üzere toplam beş bine yakın üyesi vardır.
Türkiye’nin Bilderberg Grubu‘na mensup yaklaşık 40′a yakın yaşayan üyesi vardır. "

Bilderberg’in kurucusu Hollanda Prensi Bernard ve sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger,  Bilderberg kurallarını anlatırken ;
“Batı’nın etik ve kültürel değerlerini paylaşmayı ve savunmayı’ şart koşulduğunu, katılımcıların finans dünyasının önde gelenleri, işadamları, siyasiler, ticari örgütler, diplomatlar ve medya mensuplarından oluşacağını belirtmiştir. Aynı yazar ‘Bilderbergin aslında Amerikan sermayesinin ve elitinin, CIA’in Avrupa ayağı olduğunu, bu gizli teşkilatın ülkelerin kaderleriyle ilgili çok gizli kararlar aldığını, Türkiye’nin kaderinin de bu toplantılarda tayin edildiğini anlatır. (Dünyayı yöneten gizli örgütler- Erol Bilbilik)
"Türkiye’yi uzun dönem yöneten pek çok kişi Bilderberg üyesi olarak kalmıştır. 1950’li yıllardan sonra pek çok iç ve dış politikayı Türkler değil, Bilderberg, CFR ve Trilateral Komisyon Üyeleri belirlemiştir.’
Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığı’na, Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz ise Başbakanlığa Bilderberg toplantıları sonrasında yürümüştür…
Bülent Erandaç' da  Takvim gazetesinde, Bilderberg toplantılarına katılan Türk’lerden ve küresel efendilerin ‘derin ilişkilerinin’ Türkiye ayağından örnekler vermiştir.
"1995: Toplantıya katılan Cem Boyner parti kurdu.
1996: Toplantıya katılan Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile Dışişleri Bakanı EMRE GÖNENSAY yurda döndü, 4 gün sonra hükümet düştü.
GAZİ ERÇEL, 28 Şubat darbe hükümetlerinde Merkez Bankası Başkanı idi. Türkiye’nin yaşadığı en büyük krize giden günlerde paranın rotasını çiziyordu.
1998: Toplantısına katılan merhum Dışişleri bakanı merhum İSMAİL CEM de parti kurdu.
2002: Kemal Derviş,  Dünya Bankası’nı bıraktı, 3 Mart 2001’de Ecevit Hükümetinin Ekonomi Bakanı oldu.
2004 yılından itibaren, Koç Holding Yön. Kur. Başkanı MUSTAFA KOÇ’un liderliği başlamıştır.
2007 yılı Türkiye için çok önemli bir yıl olmuş, Bilderberg toplantısı da İstanbul’da yapılmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan e-muhtırası, Hudson darbe toplantıları da o yıl olmuştur.
(Banu AVAR )
2013 yılı Bilderberg Toplantısı na Türkiye den Ali Babacan, Şafak Pavey (CHP Milletvekili), Mustafa Koç (Koç Holding), Haluk Dinçer (Sabancı Grubu), Aslı Aydıntaşbaş (Gazeteci), Soli Özel (Gazeteci).
2014 yılı Bilderberg Toplantısı na Türkiye'den Mustafa Koç: Koç Holding Başkanı, Umut Oran: CHP Genel Başkan Yardımcısı, Nilüfer Göle: Sosyolog, öğretim üyesi, Ümit Taftalı: İnan Kıraç Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi, Cengiz Çandar: Gazeteci.
Küresel sorun ve çözüm önerilerinin tartışıldığı 2015 yılı toplantısının gündeminde, istihbarat, siber güvenlik, kimyasal silah ve terör tehdidi, Avrupa stratejisi, küreselleşme, Yunanistan, İran, Ortadoğu ve Rusya olmuş, toplantı Avusturya'nın Tirol bölgesinde yapılmıştır.
Toplantıya, aralarında cumhurbaşkanı, başbakan, ekonomi bakanları, milletvekilleri, medya patronları, teknoloji devleri, bankacılar ve düşünce kuruluşlarından önemli isimlerin bulunduğu 22 ülkeden 140 civarında misafir katılmıştır.
2015 yılı Bilderberg Toplantısı na, Türkiye'den, CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, CHP'den milletvekili seçilen İlhan Kesici, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Google ve Twitter'in Türkiye'deki avukatı Gönenç Gürkaynak, gazeteciler Nuray Mert ve Soli Özel ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü Ahmet Üzümcü katılmıştır.
SONUÇ: Dünyanın nereye gittiğini, bu gidişatta ülkelere, kurumlara ve kişilere dağıtılacak rolleri öğrenmek ve şifreleri çözmek istiyorsak Bilderberg toplantılarını ve katılanları iyi izlememiz gerekiyor.

HER ŞEYİ KONTROL ETMEK İSTİYORSAN, HİÇ BİR ŞEYE SAHİP OLMA !

Paranın Kontrolörleri  "HER ŞEYİ KONTROL ETMEK İSTİYORSAN HİÇBİR ŞEYE SAHİP OLMA!" der...  OFFSHORE'lar  1970'lerin başında ayağa kaldırıldı. Başlarda kontrol edilen adalara, sömürgelere, ülkelere, bölgelere, buralardan gerektiğinde para yollandı. Sonra DİKTATÖRLER, daha doğrusu kullanılan liderler için buralar sığınak oldu. Bu kişilerin önlerine uzatılan kontratlarda "GÜVENDESİNİZ... MERAK ETMEYİN" denildi.  Ardından buralara bankalar, sonrasında paranın kontrolörlerinin adamları geldi.  Artık devletlere takılmadan, vergi vermeden büyük bir çark dönmeye başladı. 1973'teki Arap ve Petrol  krizinden DOLARIN ZAFERLE çıkmasının ardından karşı operasyon ADA'lardan geldi. DOLAR rezerv para olarak tahtını koruyunca paranın kontrolörleri de "para bizim değilse sistem bizim" diyerek ortaya çıktılar. Renkli devrimler peş peşe sıralanmaya başladı. Ukrayna, Polonya, Macaristan ve Sovyetler buralardan akan paralar ile eridi. Arap Baharı v.s. süregelen dünyanın her yerindeki sözde demokrasi rüzgarları. Yıkılan ülkelere haliyle paranın kontrolörleri girdi. Ancak, kendileri hep arka planda kaldı. HER ŞEYİ KONTROL ETMEK İÇİN HİÇ BİR ŞEYE SAHİP DEĞİLLERDİ. :)

KÜRESEL TİYATRO ! ! !

BUYRUN SİZE TADINDAN YENMEYECEK KÜRESEL BİR TİYATRO SAHNESİ :
Bildiğiniz üzere Irak Güvenlik kuvvetleri Felluce'yi DAEŞ'ten kurtarmak için operasyon başlattı. Hemen ardından Amerika liderliğindeki koalisyon güçlerinin sözcüsü Albay Steve Warren bu operasyona havadan savaş uçakları ile destek verdiklerini açıkladı. Felluce operasyonuna Haşdi Şabi denilen 15 bin kişilik Şii milis ordusu karadan katıldı. Şiiler karada, Amerikalılar havada elele... Şii milislerin liderliğini Abu Mehdi al Mühendis kod adını kullanan Jamal Jaafar Muhammed yapıyor. Amerika'nın havadan desteklediği komutan Jamal Jaafar ise ABD tarafından Temmuz 2009'dan bu yana GLOBAL TERÖRİST ilan edilen bir isim :) AYRICA, Felluce operasyonunda ABD'nin havadan desteklediği milisler arasında başka kimler vardı ? Mukteda El Sadr'a bağlı Saraya es Selam yani Barış Tugayları, Bedir Tugayları, Harakat al Nujaba (Lideri Akram Abbas Al Kabi ABD tarafından Eylül 2008'de küresel terörist olarak ilan edilmişti). Kata'ib Hezbollah (Hizbullah Tugayları) Asaib al Haq (Ashab-ül Ehlül Hak)... Kata'ib İmam Ali (İmam Ali Müfrezeleri)... Kata'ib Sayyid al Shuhada (Seyit Şüheda Müfrezeleri)... Bu grupların  tamamı Amerika'nın TERÖRİST LİSTESİ'nde yer almaktadır. Aynı Amerika,  TERÖRİST ilan ettiği bu gruplarla Felluce'de gözkamaştırıcı bir İTTİFAK yapıp, birlikte hareket edebilmektedir. Kime karşı? CIA eski başkanı Petraeus'un kurduğu DAEŞ'e karşı. :) :) :) OYUN KURUCULARIN NE YAPMAK İSTEDİKLERİNİ İYİ ANALİZ EDEMEZSEK, ŞİMDİLERDE SAHNEDEKİ OYUNU İZLERKEN, BİRDE BAKARIZ Kİ OYUN BİZİM ÜZERİMİZE KURULU, SAHNEDE ÜLKEMİZ OLMUŞ. . .

LİBYA YA DİKKAT! !!

LİBYA 'YA DİKKAT I :
Libya krizi bölgesel ve uluslararası tarafların farklı ajandalarla doğrudan veya gizli müdahalelerinin etkisiyle büyük bir labirente dönüştü. Bu oradaki durumu "vekaleten yürütülen bir iç savaş" olarak niteleme hakkını veriyor. Aynı zamanda şu uyarı yapılabilir : Libya krizinin özü, Arap Baharı'nı bölgesel ve uluslararası alanda bitirme operasyonuna eşlik eden olayların seyrinden ayrı tutulamaz.Libya'da askeri çözümün desteklenmesi noktasında temel aktör olan Fransa, tek başına hareket etmesinin kesin başarı getirmeyecek olması sebebiyle doğrudan müdahaleden vazgeçti. Bunun yerine Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Abdullah Sini hükümetinin askeri çözüm ittifakı formülü ortaya çıkmış gözüküyor. Libya sahnesinin askeri çözüme yönlendirilmesi ve bu çözümün desteklenmesi noktasında ise temel aktör Fransa. Bu ülkenin bakış açısı ise, uluslararası camiada Libya krizine öncelikle askeri çözüm bulunması, sonrasında siyasi çözüm dayatılması şeklinde özetleniyor. Zira Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, ülkesinin büyükelçileriyle yaptığı yıllık buluşmasında 'şu an temel endişesinin Libya olduğundan', 'uluslararası bir eylemin gerekliliğinden ve aksi durumda terörün yayılacağından' ve 'seçilmiş hükümetin milislerin silahlarını alması gerektiğini' belirtti. Fransız Savunma Bakanı Jean-Yves Le Drian ise Le Figaro gazetesine ‘Fransa’nın Libya’daki durumu ele alması ve uluslararası toplumu bu ülkenin geleceği etrafında seferber etmesi gerektiğine’ vurgu yaparak ; Mali’nin cihatçı tehditten kurtarılması ve demokratik siyasi sürecin başlatılmasıyla son bulan geniş kapsamlı askerî operasyonu hatırlattı ve Mali senaryosunun Libya’da tekrarlanma olasılığına işaret etti. Çad’ı kendisine karargâh edinen Fransız askeri gücünün etkin bölgesel taraf sayılan Cezayir ve tüm bölge ülkeleriyle koordine şekilde Libya sınırına kaydırılması ihtimalinden söz eden Fransız bakan, 'cihatçıların silah ve saflarını yeniden düzenlemek için yöneldiği Libya’nın güneyinin, teröristlerin buluşma noktası haline geldiğine' dikkat çekti. Le Drian, bu bağlamda ülkenin kuzeyindeki siyaset ve ekonomi merkezlerinin cihatçıların eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtti.
Fransa, Cezayir’deki ‘dağınık’ siyasi durumu, Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika’nın desteğini ve katılımını almak için kullanmaya çalıştı. Daha önce de Afrika Sahil Kuşağı'ndaki önemli siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel çıkarlarını korumak amacıyla Mali’nin kuzeyi için benzer bir tutum sergilemişti. Fransa’nın korkusu silahlı grupların, Libya’nın güneyinden hareket ederek Çad ve Nijer’deki istikrarı sarsmak suretiyle kendi çıkarlarını vurmasıydı. Ancak uluslararası kılıf bulmakta başarısız olması, Avrupa’nın desteğine ihtiyaç duyması, Cezayir’in ortaklık veya desteği reddetmesi ve tek başına hareket etmesinin kesin başarı getirmeyecek olması sebebiyle belirli bir süre doğrudan müdahaleden vazgeçti.

LİBYA'YA DİKKAT II;   Libya’da iki ayrı hükümet bulunuyor. Tobruk merkezli hükümet uluslararası camia tarafından tanınırken, Trablus merkezli ve Müslüman Kardeşler ağırlıklı hükümet tanınmıyor.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Libya’daki petrol dahil çeşitli gelir yollarının potansiyeline işaret ederken, bir süre önce, sözde bir halifelik yapılanmasının milyarlarca dolara ulaşmasının tehlikesine işaret etmişti. Libya’da stoklanan geniş bir silah varlığı bulunmasının yanı sıra ülkenin Avrupa’ya yakınlığı ve kaçakçılığa elverişli olması korkuları arttırıyor.
Milliyet gazetesi, Sirte’de IŞİD’e katılanlar arasında, öldürülen devrik lider Muammer Kaddafi’nin kabilesinin de yer aldığını yazdı. Gazete, Kadhadfa kabilesinden destek alan IŞİD’in Akdeniz kıyısı boyunca yayılmaya çalıştığını ve bu amaca yönelik saldırılarını sürdürdüğünü belirtti.
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'un verilerine göre, IŞİD’in, Irak ve Suriye’deki savaşçı sayısı azalırken Libya’daki savaşçıları ikiye katlandı ve 7 bine yaklaştı. Tunus ve Nijerya’dan da IŞİD’e Libya’da cihatçı katılımları olduğu belirtiliyor. ABD Savunma Bakanı Ash Carter, Libya’da daha aktif olmaları için çeşitli planlarının masaya yatırıldığını belirtirken, ortak bir hükümet konusunda uzlaşma sağlanmasının işleri kolaylaştıracağını söyledi. Claudia Gazzini ise, Libya’nın ekonomik bir çöküşün eşiğinde olduğunu ve maaş ödemelerinin durması halinde herşeyin çok daha zorlaşacağını belirtti. Gazzini, “Bu, çeteler ve terörist şebekeleri için ideal bir durum olur” dedi.
BÜTÜN BUNLARDAN ANLAŞILMASI GEREKEN IŞİD (DAEŞ) ORTADOĞU DAKİ MİSYONUNU TAMAMLAMIŞ GERÇEK HEDEF OLAN AVRUPA YA YÖNLENDİRİLMİŞTİR. ORTADOĞU DAKİ YARATILAN KARMAŞA NEDENİYLE BÖLGE HALKLARI AVRUPA YA GÖÇ ETTİRİLEREK AVRUPA BİR YANDAN ZORA SOKARKEN, BİR YANDAN DA İÇİNE SIZARAK AVRUPA NIN BİR ÇOK YERİNDE YERLEŞİM İMKANI BULMUŞTUR. BUNDAN SONRAKİ AŞAMADA OYUN KURUCULAR TARAFINDAN;  BİR YANDAN İSLAMOFOBİ KAŞINARAK, BİR YANDAN DA AVRUPADAKİ IRKÇI GRUPLAR YÖNLENDİRİLEREK GÖÇMENLERLE AVRUPA LILAR KARŞI KARŞIYA GETİRİLEREK AVRUPADA KAOS ORTAMI YARATILACAKTIR. YİNE AYNI OYUN KURUCULAR ; DİĞER YANDAN LİBYA YI IŞİD TARAFINDAN BİR TERÖR DEVLETİ HALİNE GETİRİLMESİNE İMKANLAR SAĞLAYACAKTIR. OLUŞTURULACAK LİBYA TERÖR DEVLETİ DE BİR YANDAN AVRUPA YA TERÖR İHRAÇ EDERKEN, BİR YANDAN DA KUZEY AFRİKA ÜZERİNDEN AVRUPA YA DOĞRU OLUŞTURACAĞI YENİ GÖÇ DALGALARIYLA AVRUPA YI İYİCE ZORA SOKACAKTIR.

BRITANYA VE YENİ DÜNYA DÜZENİ

Yıl 1945, YALTA; Masada Roosevelt, Stalin ve Churchill oturuyor. Toplantıda son olarak ABD ve Sovyetler Birliği dünyayı kendi aralarında paylaşarak gizli ve özel kararlarda mutabık kalırlarken Churchill sessiz kalarak batı adına komutayı ABD ya bırakmış gözüktü ve bu anlaşmaya da Britanya adına onay vermiş oldu. Ancak, ardından şöyle bir beyanda bulundu :  
 " Bizim kendi rüyamız ve görevimiz var. AVRUPA ile birlikteyiz. Ona bağlıyız. Ama BİRLEŞMİŞ değiliz. İç içeyiz ve ilişkiliyiz. Ama tamamen katılmış değiliz.
Eğer Britanya AVRUPA MI AÇIK DENİZLER Mİ seçeneğinden birini seçmek zorunda kalırsa şüphesiz tercihimiz AÇIK DENİZLER olacaktır... "
ABD, Avrupa Birliği nin kurulmasını teşvik etti, hatta sözünün geçtiği ülkeleri bir yandan katılıma yönlendirirken, bir yandan da katılımlarını sağladı. Buradaki hedefi ülkelerle tek tek uğraşmak yerine devlet görüntüsündeki  tek bir birliği kontrol daha kolay olacaktı. En azından bağımsız para birimi olmayan bir devletin kendine özel ekonomik kararları alamayacağından neticesinde de Avrupa Merkez Bankası aracılığıyla kontrolü ve yönlendirilmesi kolay olacağından üzerlerindeki toplu hakimiyette kolay olacaktı. Yalnızca İngilizler bunu görerek para birimlerini korudular. Zaten dünya ekonomisine yön veren iki finans merkezi vardır. Biri Newyork, diğeri ise Londra'da ki Canary Wharf. . . Bilindiği üzere paranın yönlendirildiği yerin üzerine titrenir, herkes çıkar hesabı yaparak oraya zarar vermeyi asla aklından bile geçirmez. Önce iki kutuplu dünyadan vazgeçilerek tek kutuplu dünya anlayışına karar verildi. Ardından, ABD de Güney Dakota ve Reno da kurulan iki yeni finans merkezine doların akışı başladı. Her şeyin temelinde yatan, dünyadaki tüm operasyonların temelinde yatan, rezerv paranın DOLAR olduğu ve ABD nin geleceğinin de buna bağlı olması hatta ABD için olmazsa olmaz kuralının tamamıyla dünya sistemine oturtulması operasyonunun son aşamasıydı.
Britanya işte bu aşamanın tamamlanmasından sonra harekete geçti ve Brexit  ile Avrupa Birliği'nden çıkarak dağılmayı başlattı. Her zaman planlamasını iyi yaparak giden değil kalanlar zarar görür.
Kendini daha güvende olacağını düşünerek, Nato ya dönen ve AB nin merkezinde olan Fransa kendini korumak bir yana elindeki her şeyden de olacak gibi gözüküyor. Afrika'da ki 25 ülke üzerinde etkisi bulunan ve Afrika'dan yılda 300 Milyar Dolar geliri bulunan bir ülkeye bu pasta bırakılmazdı. Bir yandan ABD, bir yandan Britanya tüm Fransa etkisindeki ülkelerde operasyonlar ile buralara girdiler. Bu ülkelerde gittikçe artan ABD askerlerinin sayılarına bakarakta bu durum anlaşılabilir. AB artık zaten kolay bir lokma. . .
Rusya artık 2.plan bile değil, plana itildi.  Türkiye ile yakınlaşmaya çalışmasının altında yatan ana sebep düştüğü durumdan çıkış çabalarıdır.
KOMÜNİST Çin, büyük bir hızla KAPİTALİZMİN merkezi olarak büyük sermayeye teslim oldu. Ucuza üretti, insanlarını aylık 10 dolara çalıştırdı, kazandığı parayı ise BATI bankalarında tutmak zorunda kaldı.
Arapların petrolü satıp, ancak belirli bir miktarını kullanıp, kalanına el sürememesi gibi.
Çin' i sınırlandıran iki sıkıntısı ise tarım toprağı ve enerjidir. Çin devlet tarım şirketi Xinjiang Production and Construction Corps. ve Ukrayna KSG Agro şirketi arasında bir anlaşma imzalanarak,  Ukrayna'nın Dnyepropetrovszki bölgesindeki 3 milyon hektarlık ekime elverişli toprak tarım için kiralanmıştı. Çin; İsrail ve Hollanda'dan daha büyük olan bu arazisini birdenbire  Britanya'ya kiralamaya karar verdi. İngilizler buradan AVRUPA'nın ihtiyacını karşılarken üretilen ürünün YÜZDE 20'sini de Çin'e verecek. Çin kazandığını her daim  AMERİKAN TAHVİLLERİNE yatırdı.  Güvenli liman ve büyük devlet AMERİKA iken, alınan yeni bir karar ile Çin parasının YÜZDE 50'sinin  Britanya'ya gitmesine karar verildi . Çin,  2018'e kadar 1 TRİLYON DOLARLIK İngiliz tahvili alacak. Dolayısıyla batan bir Britanya dan değil çıkışa geçen bir Britanya dan bahsetmek gerekiyor. Bu aşamada da, DOLAR ile birlikte yeni REZERV para STERLİN olabilir. Değerleri de birbirine yakın tutulacaktır. Görünen TABLO Amerika ve İngilizler'in yeni dünya düzeni için el ele verdiğine işaret etmektedir. Silah yerine namlulardan atılan para ile yapılan Dünya Savaşında bu aşamada Asya  hali hazırdaki finansal operasyonun merkezidir.
Avrupa yıkılırken Çin yeniden fethedilecek, parası kalmayan, enerjiye ulaşamayan Avrupa'da bütün yaşam standartları da negatif anlamda değişecektir. Her şey aslına döndüğü gibi Çin ve Asya, yeniden  İngilizler'in kontrolüne girecektir. Tabii ki böylece Rusya ile  Çin'in olası ittifakı da önlenmiş olacaktır. Bu durumda Rusya'nın Ortadoğu daki müdahalelerinin ve Türkiye ile yakınlaşmada olayın hemen üzerine atlamasıda anlam kazanmış oluyor. Çin in İran ile yakınlaşmasının karşısına alternatif bir odak olarak Türkiye ve İsrail anlaşması yapıldı. Rusya'da garantör olarak bu anlaşmaya dahil edilerek tepkisiz kalması sağlandı. Çünkü ilk aşamada hedef operasyon Çin. Mısır ile Türkiye arasındaki sorunlar da aşılarak - tabii ki Rusya yine dışında tutulmadan- Çin her taraftan teslim alınacaktır. Görüldüğü üzere kurulacak ittifaklar bile izinlere tabidir ve yönlendirilmektedir.